Migren – Güvenli Alan?

Size bugün bir danışanımdan bahsetmek istiyorum. Bana nöroloğunun yönlendirmesi ile gelmişti. Senelerdir kuvvetli migren atakları yaşıyordu. İlaçlar artık ilk senelerdeki gibi etki etmemeye başlamıştı. Kolay iletişim kuran, güler yüzlü, neşeli, 30’lu yaşların ortalarında başarılı iş hayatı olan bir kadındı. İlk bakışta depresif ya da kaygılı görünmüyordu. Tek sıkıntısının kendisine hayatı zindan eden migren atakları olduğunu söylüyordu.

Psikosomatik sıkıntıların kökleri çok derinlere gider. Başlarda psikosomatik reaksiyon olarak kendini gösteren bu sıkıntılar tedavi edilmezlerse bir süre sonra somatizasyon bozukluğuna dönüşürler. Kişi sıkıntıları ile yüzleşememeyi seçtikçe vücudu tepki verir. Bir yerleri ağrır, uyku bozukluğu oluşur, deri döküntüleri yaşar. Bu safhada yapılan fizyolojik tetkiklerde organik bir bozukluğa rastlanmadığında, kişi bir psikoterapist ile görüşmeye başlarsa, psikosomatik sıkıntıların kökleri psikanalitik yaklaşım ile bulunur.

Psikoterapide kişi yavaş yavaş tanımlarını, hayat bakış açısını, yaşayış biçimini farklılaştırma üzerine çalışır. Ve bu zaman alır, emek ve özellikle de cesaret ister. Terapi ile aslında çözemediğimiz, bizi üzen, yüzleşmemek için kaçtıklarımız ile yüzleşiriz. Ağrı ya da diğer psikosomatik şikayetler başlangıçta ilaçlarla psikoterapiyle kıyaslanmayacak bir hızla geçer. Bu da bizi sarsacak olan psikoterapiyi seçmek yerine ilaç alıp kısa süreli rahatlamaları seçmemize neden olur. Ancak köklendiği nedenler tekrar ettikçe psikosomatik tepkiler kötüleşerek kendini tekrar eder ve sonunda ortada birebir maruz kalınan olumsuz bir durum olmamasına rağmen kendisini net bir şekilde hissettiren fiziksel şikayetler artık hayatın bir parçası halini alır. Kişi sıkıntılarını nasıl çözeceği konusunda kendisini çaresiz hissettiği için psikolojik problemlerini bedensel şikâyetler ile dile getirmeyi bir baş etme tekniğine dönüştürür. Kendilerini sözlerle ifade etmemeyi seçen bu kişiler, aslında kendi  söyleyemediklerini bedenlerine söyletmeye çalışırlar.

\"\"

Kendini ifade etmek ya da istenmeyen bir durumdan, sorumluluktan, ilişkiden, vb. kaçınmak için bir baş etme tekniği olarak geliştirilen somatisazyon bozukluğu modelleme ile öğrenilir. Kültür bize böyle bir bozukluğu baş etme tekniği olarak sunar. Bu baş etme tekniği, bir yardım çağrısı, dikkat çekme, odak noktası olma, çevresini yönetme ya da hasta olmakla elde edilmiş avantajları sürdürme çabası ile beslenerek büyür.

Seanslar neticesinde danışanımın annesi ile çatışmasını çözemediği için kendisine böyle bir baş etme yöntemi geliştirdiğini gördük beraberce. Hayır diyemediği, kendisini düşünmediği, yaptıklarını gerçekten yapmayı isteyip istemediğini kendisine dönüp sormadığı için migren atakları geliştirmiş ve kendine güvenli bir alan oluşturmuştu.

Her iki ağabeyi de annesinin taleplerinden, baskılarından kendilerini kurtarmış görünüyordu; annelerinin yakınmalarını, şikayetlerini dinlemiyor, arkalarında bırakıyor ve hayatlarına dönüyorlardı. Ancak danışanım her gün annesinin kendisini başka bir kadın için terk etmiş olan babasını ve sözüm ona eşleri tarafından kendisine karşı doldurulan oğullarını şikâyet ettiği telefonlarına maruz kalıyordu. Hatta annesi kendi olumsuz deneyimlerinden yola çıkarak kızının ilişkilerine bile indirekt etki etmiş ve tüm ilişkilerini birtakım problemler çıkartarak olumsuz etkilemiş, danışanımın sevgilileri de daha fazla dayanamayarak danışanımı terk etmişlerdi.

Ağrı tüm bunlardan sıyrılmak için son derece geçerli bir neden! Süreçte danışanım gerginliğin nerden kaynaklandığını gördü. “İyi ve anlayışlı evlat” rolünü üstlenmenin neticesinde nasıl tuzağa düştüğünü gördü. Anlayışlı ve vicdanlı olması neticesinde, annesinin duygudurum dengesini koruması için verdiği destek sorumluluğu haline gelmiş ve bir türlü kendisini bu durumdan kurtaramamıştı. Sonuçta bu sorumluluklardan kurtulmanın en kabul edilebilir halini seçmiş ve kendisini hastalandırmıştı.

Terapi sürecinde danışanım ağrılarını tüm değişimlerden kendisini koruyabildiği kalesi haline getirdiğini gördü. Ağrısı olmadığında kendisini bir kenara bırakıp hemen başkalarını düşündüğünü, onlara karşı yapması beklenenleri yaptığını ve kendisi ile ilgili noktaları hızla kaybettiğini gördü. Ancak migreni tuttuğunda, her sesin, her ışığın ağrısını arttırdığı, her hareketin midesini bulandırıp başını döndürdüğü bu atakların, başkalarına karşı yapması gerekenleri düşünmek zorunda olmadığı ve sadece kendisi ile ilgilendiği ve bunun için suçluluk duymadığı tek zaman olduğunu gördü. Annesinin annesi olmadığını, kendisinin evlat, annesinin anne olduğunu, rollerin buna göre yaşanmasının doğru ve sağlıklı olduğunu kavradı. İlişkilerini yeni bir denge merkezine oturtana kadar, annesine terapi aldığını ve bir süre daha seyrek görüşerek görüşmelerinde sadece olumlu olaylardan bahsetmek istediğini söyledi. Bu sayede annesinin içgörü geliştirmesine katkısı oldu. Annesi ile yaşadığı bu yüzleşme neticesinde migren atakları gerilemeye başladı. Bir davranışı gerçekten yapmak isteyip istemediğini düşünmeyi bir kural haline getirdiğinden beri ise artık migren atakları yok.

Gelin, sizinle de beraber yürüyelim bu yolu, yürünecek bir yolunuz olduğunu düşünüyorsanız….

Dr. phil. R. Meltem KAVCAR SIRMALI
27 Şubat 2018