İnsan denen canlı türünün devamını sağlayan iki temel içgüdü var. Birisi hayatta kalma, diğeri ise nesli devam ettirme.
Bugün günümüz perspektifinden hayatta kalma içgüdüsünden konuşalım istiyorum.
Hayatta kalma içgüdümüz mağara döneminden beri bizim var olmamızı sağlayan en önemli içgüdü. Peki, 21.yüzyılda mağara döneminde insanlığı hayatta tutan bu içgüdü ne durumda. “Kaç ya da savaş” ama mutlak hayatta kal komutu ile aramız nasıl bu modern çağda? Ama en önemlisi bu “Yeni Normal” sürecinde biz bu içgüdü ile ne yapıyoruz? Sadece milletçe değil, insanlık olarak ne yapıyoruz bu “hayatta kalma” ile?
Önce şu hayatta kalma içgüdüsünün nasıl çalıştığına bir bakalım: Şöyle bir mağara dönemine kadar gidelim, insanların süreğen olarak yaşamsal tehdit altında olduğu dönemlere. Hayatta kalmak için çevresindeki yaşamsal tehditlerden bir şekilde kurtulmak zorunda olan insanda “kaç ya da savaş, ama mutlak hayatta kal” mekanizması gelişmiştir.
Dışarıda bir tehlike olduğu bilgisi Amigdala’ya[1] ulaştığında bilgi henüz Neocortex’e[2] ulaşmadan böbreküstü bezlerine yaşamsal tehdit bilgisi gider ve böbreküstü bezleri kişinin kondisyonuna ve durumun gerekliliğine göre adrenalin[3] (saldır, savaş, gerekirse parçala, mutlak hayatta kal) ya da noradrenalin[4] (kaç, saklan, kurtul, mutlak hayatta kal) salgılar. Bu sayede vücutta gerekli olan fizyolojik değişimler oluşur.
Biz modern hayatın “aslanları” zannettiğimiz finans, iş, ilişkilerden kaynaklanan baskıların
neden olduğu stres faktörlerini kronik strese çeviriyoruz günümüzde. Beynimiz üstesinden gelmemiz gereken modern stres faktörleri ile karşılaştığında, tehlike olarak algıladığında, Hipotalamus’a[5] anında tehlike sinyali gönderir. Vücudumuz da tehlikeyi hızla bertaraf etmek için enerjiyi yükseltecek bir dizi reaksiyonu başlatır. Böbreküstü bezleri adrenalin/noradrenalin ve kortizol hormonlarını salgılar. Bu hormonlar nabzımızı ve kan basıncımızı yükselterek daha hızlı solumamızı sağlar. Vücudumuzda depolanmış olan kan şekeri ve yağlar serbest bırakılarak enerji seviyemiz yükseltilir. Bu yükselen enerji seviyesi evrimsel olarak insan denen canlının süreçte çok işine yaramış olsa da bugün ya kaygı bozukluğuna ya psikosomatik reaksiyonlara ya da en kötüsü stres temelli fiziksel sağlık problemlerine yol açıyor.
Günümüz dünyasında yaşamsal tehditler vahşi hayvanlardan, korunaksız kaldığımız mevsimsel etkilerden, doğal afetlerden neredeyse arındırılmış korunaklı bir dünya da yaşadığımızı düşünüyorduk ki bir gün tüm bu teknolojik gelişmişlik içinde çaresiz bir biçimde tüm insanlığın yaşamsal tehditle yüzyüze kaldığı bir kriz içinde bulduk kendimizi.
Zaten bu modern dünyada mağara dönemindeki
gibi aslanlar tarafından yenme ihtimalimiz olmamasına rağmen yaşadığımız yoğun stresler neticesinde modern toplumlarda “aslan var” zannedip böbrek üstü bezlerimize yaşamsal tehdit mesajı gönderip ortada gerçek bir tehlike olmamasına rağmen kaç ya da savaş komutu iletip gittikçe yükselen oranda kaygı bozukluğu yaşıyorduk ki birden Covid-19 denen “gerçekbir aslan” çıktı ortaya.
“Gerçek bir aslanla” bazılarımız birkaç kere, çoğumuz ise hiç karşılamadığımız için, bu Covid-19 denen aslan karşısında ne yapacağımızı bilemedik. Hepimiz evlere kapandık. Her şeyi dezenfekte ettik kendimiz de dahil. Hatta bazılarımız daha tenha olacağını ve virüsün o bölgelere gelmeyeceğini düşünüp daha güneye kaçtık ve virüsün her bölgeye yayılıp tavan yapmasına neden olduk.
Uzun bir dönem evlere kapandıktan sonra, yasakların gevşetilmesi ile büyük bir çoğunluk kendisini dışarı attı. Ve dışarıda kaldı. Ne maske ne sosyal mesafe. Bu yoğun korku sonrası muhakeme yeteneğimiz ciddi bir sarsıntı geçirdi ve en temel içgüdümüz arayıp bulmamız gereken bir yerlere saklandı.
Ciddi bir çoğunluk için o hayatta kalma içgüdüsünden pek bir eser kalmadı. “Bize Corona işlemez.”, “Yalan söylüyorlar, Corona diye bir şey yok.”, “Abartıyorlar, gribin biraz ağırı.”, “İlk Corona virüsünü kapan büyük ödülü alır partisi.” Seçin, beğenin, alın.
Siz de içgüdüsü saklanmışlardansanız, en temel içgüdünüzü bulun ve sağlıkla uzun yaşayın.
Dr.phil. R. Meltem KAVCAR SIRMALI
14 Temmuz 2020
[1]Amigdala (Latince: corpus amygdaloideum) beynin medial temporal lobunun derinlerinde yerleşen nöronların oluşturduğu badem şeklindeki beyin bölümü. Duygusal hafıza ve duygusal tepkilerin oluşmasındaki birincil role sahip bölge. Limbik sistemin bir parçasıdır.
Başta korku olmak üzere, duyguların denetiminden sorumlu olan amigdala; sempatik sinir sisteminin aktivasyonu için hipotalamusa, refleksleri artırmak için talamik retiküler nükleusa, yüzde korku ifadesinin oluşması için fasial ve trigeminal sinir nükleuslarına uyarır. Ayrıca dopamin, noradrenalin ve adrenalin salgılanması için ventral tegmental bölge, locus coeruleus ve laterodorsal tegmental nucleusa da çeşitli uyaranlar yollar.
[2] Neokorteks, diğer adlarıyla neopalyum ya da izokorteks, memeli beyninin bir parçasıdır. Beyin hemisferlerinin en dış tabakasını oluşturur ve I. en dışta, VI. en içte olmak üzere 6 tabakadan meydana gelir. Beyin korteksinin bir parçasıdır (limbik sistemin kortikal parçaları olan arkikorteks ile paleokorteks de diğer parçalardır). Duyu algılaması, motor emirlerin oluşumu, uzaysal muhakeme, bilinçli düşünme ve dil gibi yüksek fonksiyonların yürütülmesinde görev alır.
[3] Adrenalin (Epinefrin), böbreküstü bezlerinin iç kısımları tarafından öz bölgede salgılanan bir hormondur.
Doğada bu hormonun görevi, organizmayı acil harekete hazırlamaktır. Etkisini, nabzın atışı, kanın iç organlar ve deriden kaslara sevk edilmesi, karaciğerdeki glikojenin glikoza değişmesi ve böylelikle, acil bir enerji kaynağı sağlanması şeklinde gösterir. Heyecan ve korku durumunda adrenalin salgılanması artar. Kan damarlarını genişletir. Acı hissini azaltır. Göz bebeklerinin büyümesiyle göze alınan ışık artar, daha net ve hızlı görüş sağlanır. Adrenalin hormonunun yarılanma ömrü iki dakikadır.[1]
Adrenalinin salgılanması sırasında:
- İskelet kaslarına ait atardamarlarda genişleme, düz kas ve sindirim sistemine ait atardamarlarda daralma meydana getirir.
- Koroner arterler genişler,
- Kan basıncı yükselir,
- Kalp atış hızı artar,
- Göz bebekleri (pupilla) büyür,
- Kan şekeri (glisemi) yükselir.
[4] Noradrenalin, hormon ya da nörotransmitter olarak görev yapan bir katekolamindir.
Noradrenalin, dopamin β-hidroksilaz enzimi tarafından dopaminden sentezlenir. Böbreküstü bezlerinin medulla kısmından kana hormon olarak salınır. Ayrıca noradrenerjik nöronlardan salındığında merkezi sinir sistemi ve sempatik sinir sisteminde bir nörotransmitter olarak görev yapar. Noradrenalin, adrenerjik reseptörlere bağlanarak etkilerini gösterir.
Noradrenalin, beynin dikkat ve çevreye yanıt verme ile ilgili bölümlerini etkilerler. Adrenalin ile birlikte noradrenalin, kalp atım hızını, depolardan glikoz salınımını ve iskelet kaslarına giden kan akımını artırarak \”kaç ya da savaş\” (flight or fight) yanıtının temelini oluşturur.
[5] Hipotalamus, beyinde talamusun altında bulunan ve üçüncü ventrikülün tabanını oluşturan önbeyin bölgesidir. Küçük nukleuslardan oluşur ve en önemli görevlerinden birisi hipofiz bezi aracılığı ile beyin ve endokrin sistem arasındaki bağlantıyı sağlamaktır.
Tüm omurgalılarda bulunur. İnsanda, kabaca bir badem şeklindedir. Memelilerde beyin merkezleri arasında ilinti sağlar. Vücut sıcaklığı mekanizmasını, sempatik sinir sistemini ve hipofizin çalışmasını denetler. Susama, acıkma hislerinin merkezi olup vücut ısısını ve kan basıncını ayarlar. Ayrıca ürettiği RF maddesi ile hipofizi uyarır. İç denge hipotalamus ile korunur. Karbonhidrat-yağ-protein metabolizmasını dengeler. Hipofiz, alt uç kısmında küçük bir yuvarlak durumundadır. Hipofiz arka lobunun salgıladığı antidiüretik hormon ile oksitosin denen madde hipotalamusta yapılıp hipofize aktarılmaktadır. Duyguların fiziksel temeli de hipotalamus tarafından oluşturulmaktadır.
Görevleri:
- Nörendokrin kontrol
- Vücut ısısının düzenlenmesi
- Beslenme
- Cinsel davranış
- Korku ve nefret (defansif davranış)
- Vücut ritminin kontrolü (gece gündüz)